Bazen aslında kendi kendimize yaşamadığımızı ve aslında bizi sürekli itekleyen şeyin hayatın kendisi olduğunu farkettiğiniz oluyor mu? Belli bir düzeni kurana kadar hep kendi isteklerimizle ve kararlarımızla, belki de biraz ailemizin veya çevremizdekilerin yönlendirmeleriyle ilerliyoruz. Her şey kurulduktan sonra ise bir sonraki büyük değişikliğe kadar otomatik pilota bağlıyoruz sanki. Hayat bizim adımıza kendi kendine ilerlerken biz uyku moduna geçiyoruz. Hatta çoğu zaman uyku moduna geçmek için düzenin tamamen kurulmasını bile beklemiyoruz. Bazı kararları kendimiz almak istemediğimizden, gidişatına bırakabiliyoruz.
Şöyle açıklamaya çalışayım; o hayatımızın kadını olduğunu anladığınız kişiyi etkileyebilmek için attığınız bin bir türlü taklayı düşünün. Ne kadar da heyecanlı zamanlardı değil mi?
“Acaba yemek teklifimi kabul edecek mi? Aldığım hediyeyi beğenecek mi? Elini tutsam kızar mı? Evlenme teklifimi beğenecek mi?”
Ve evlendiniz, şimdi nasıl? Doğum gününde hediye alırken, hala ona ilk aldığınız doğum günü hediyesiymiş gibi özenle düşünüyor musunuz? Yoksa otomatik pilotunuz sizin için kendiliğinden sıradan bir hediye mi alıyor? Ona çiçek gönderirken günler öncesinden ne göndersem diye heyecanlanıyor musunuz yoksa otomatik pilotunuz sizin adınıza her sene gönderdiğiniz çiçeğe aynı notu iliştirerek sizin adınıza mı gönderiyor?.
Başka bir örnek, şu an çalıştığınız işyerine girebilmek için verdiğiniz o çabayı düşünün. Mezun olduktan sonra kayda değer bir işe girmek için ya da memnun olmadığınız işinizi değiştirmek için harcadığınız emeği düşünün.
Özgeçmişinizi ne büyük özenle hazırladınız dikkat çeksin diye. İş görüşmelerinde giyeceğin kıyafetinizi belki günler öncesinden planladınız. Gömleğinizin ütüsünden sıktığınız parfüme kadar nasıl da dikkatli seçtiniz.
Ve işe girdiniz, şimdi nasıl? Yine aynı özenle seçiyor musunuz parfümünüzün kokusunu? Yoksa otomatik pilotunuz o anda ne varsa sizin yerinize elini atıp sıkıveriyor mu? Yine yöneticinizi etkilemek için yazdığınız her epostanın cümlelerindeki yazım hatalarını tek tek kontrol ediyor musunuz, aynı özgeçmişinizde yaptığınız gibi? Yoksa otomatik pilotunuz o an aklınızda ne varsa bir anda yazıveriyor mu? Her sabah işe giderken ilk günkü heyecanla mı gidiyorsunuz yoksa otomatik pilotunuz mu götürüyor sizi her sabah işe? Belki de uyukluyorsunuz serviste.
Kabul edin ya da etmeyin, hepimiz otomatik pilota bırakıyoruz hayatımızı belirli dönemlerde. Bir kaç hafta heyecan yaşıyoruz, sonra belki bir yıl, iki yıl, on yıl otomatik pilottayız. Hayatımızı nasıl ziyan ettiğimizi görüyor musunuz? Hiç farkında olmadan geçen yıllar. Hani derler ya;
“bu hafta nasıl geçti hiç anlamadım”, “Bu yıl nasıl geçti anlamadım, daha dün gibi hatırlıyorum yılbaşını kutladığımızı”, “Bu çocuk nasıl büyüdü, daha dün emekliyordu şimdi ilkokula başladı”
diye… Anlamazsın tabi, otomatik pilottasın çünkü. O hafta geçerken, o yıl geçerken, o çocuk büyürken sen otomatik pilottaydın.
Bu lafları ettiğimiz anda bunun, yani otomatiğe bağladığımızın ve hayatı kaçırdığımızın farkındalığını yaşıyoruz aslında, ama çoğu zaman farkındalık yaşadığımızı bile farketmiyoruz uyku modunda olduğumuz için. Zaten farkındalık da tek başına yetmiyor işte. Bir şeyler yapmamız gerekiyor durumu düzeltebilmek için, yoksa hop yeniden otomatik pilota giriyoruz.
Hepimiz hayatımız boyunca bu yanılgılı döngüye çok kez düşüyoruz ne yazık ki. Hayatımızı ve bütün zamanımızı böyle böyle tüketiyoruz. Sonra 70 yaşımıza geldiğimizde de lafımız hazır;
“Hayat çok kısa!”
E kısa tabi! Biz o hayatın yarısından fazlasını böyle uyuklayarak otomatik pilotta harcarsak, 70 değil 170 yıllık ömrümüz olsa, o hayat yine kısa gelir.
Çünkü yaşamayı öğrenememişiz. Yaşamın her minicik parçacığından bile ne kadar fazla zevk alabileceğimizi öğrenememişiz ne yazık ki. Oysa şu anda tecrübe ettiğimiz bu hayat dediğimiz şey o kadar mucizelerle dolu ki… Tek bir saniyesini kaçırmak ya da yanlış değerlendirmek bile çok büyük bir lüks insanoğlu için. Biz ise hiç değerini bilmiyormuş gibi boşa harcıyoruz o saniyeleri, saatleri, günleri, ayları, hatta yılları. Sonra da söyleniyoruz;
“Hayat çok kısa!”
Neden acaba? O hayatı kısaltan biz kendimiz değil miyiz sanki? Hayatının yarısından fazlasını uyku moduna geçip, otomatik pilota bağlı yaşamayı tercih eden biz iken, kısa diye suçladığımız o “hayat”ın fikrini almış mıydık acaba? Alsaydık eminim yukarıda anlatılanlardan farklı birşey söylemezdi.
O halde gerçekten buraya kadar yazılanlarda kendinizden birşeyler bulduysanız, otomatik pilota bağlı yaşadığınızı düşünüyorsanız, artık uyku modundan çıkmanın zamanı!
Sonsuza kadar otomatik pilota bağlı bir hayat düşünülemez. Etrafımızdaki her şeyin sürekli değiştiği gibi biz de sürekli değişiyoruz. Biraz da çevremize ayak uyduruyoruz. Dış görünümümüz değişiyor, giydiklerimiz değişiyor, düşüncelerimiz, zevklerimiz değişiyor.
Otomatik pilotta devam ettiğinizi düşünün. Kurulmuş gibi süregiden bir yaşam değişimlere ayak uyduramaz, çünkü otomatik pilot sadece geçmiş verileri kullanır, yeni kararlar alma yetisi yoktur. O zaman eski zevklerimize uygun otomatik giden bir hayat, bir süre sonra değişime ayak uyduramaz ve bizi eskisi gibi tatmin etmemeye başlar. Ta ki biz bunun farkına varıp otomatik pilota yeni komutları verene kadar. Sonra o da bir süre sonra güncelliğini yitirir.
Hayatın her anından neden faydalanamadığımızı, nasıl kaçırdığımızı anladınız değil mi? Buna izin vermeyin, çünkü tek bir hayatınız var, şu anda sanki çok uzunmuş gibi görünse de, inanın onu harcamak istemezsiniz. Hayatınızı kaybetmeyin…
Can Demirağ
[catlist id=209 orderby=date order=asc numberposts=-1]